Eski İran’ın geleneksel Nevrûz Sofrası’na sıradan şeyler konulmazdı. Onun düzenlenmesi, çekici bir görünüme kavuşturulması için âdeta bir estet gibi hareket edilirdi. Nevrûz’un içerdiği tema ve motifler, onun sofrasına konulan şeylerde ifadesini bulurdu ve herşeyin kendine özgü bir yeri ve anlamı vardı. Şerab bu sofranın belirleyici nimetiydi; çünkü Hükümdar Cem’in kadehindeyken kutsanmış ve yeniden doğuşu simgeliyordu. Onun ilk sesili/harfi olan Ş ile başlayan Heft Şin (Yedi Ş)’li nimetlerin bezediği sofra, İran’ın İslamiyet’i kabulünden sonra önemli bir değişikliğe uğradı. Sofra gene olmalı, ancak günah sayılan Şarap orada yer almamalıydı. Onu izleyen ve Ş ile başlayan diğer nesneler de anlamlarını yitirmeden yerini S ile başlayan yenilerine terketmeliydi.
„Heft Şin“li tarihi Nevrûz Sofrası’nda şu nimetler yer alıyordu:
1. Şerab /Şarap: Diriliş, yeniden doğuş.
2. Şir / Süt: Temizlik.
3. Şirini / Tatlılar: Yaşama sevinci, mutluluk.
4. Şem / Mum: Güneş’in ve ateşin kutsallığının sembolü.
5. Şerbet: Dinlenme, serinlenme.
6. Şeker: Refah.
7. Şane / tarak: Güzellik.
Bunların yanısıra, sofraya mai (balık), ayna, sümbül gibi şeyler de konulurdu.
Yeni dinin, özellikle Şerab’ı hedef alan değişiklik isteği, bundan böyle Nevrûz Sofrası’na Kur’an konulmasını ve tören esnasında, ondan âyetler okunmasını, İslam uğruna savaşlarda ölen şehitlerin adlarının anılmasını da emrediyordu. İran’da bunların tümü yapılmakla birlikte, hala eski geleneği bozmadan hareket eden, Heft-Şin’li sofraları devam ettiren kesimlerin de bulunduğu unutulmamalı. Halife Ömer’in, Nevrûz’a yönelik isteklerinin ve İran’ı elegeçirme eyleminin, İranlılarca pek hoş karşılanmadığını gösteren bir çok geleneğin hala varlığını sürdürmekte olduğunu da hatırlatmakta yarar var. Yakın zamanlara kadar İran’da, Ömerkujan (Ömer’e ölüm!) adıyla anılan olumsuz ama önemli bir gün daha vardı. Geniş katılımlı gösterilere sahne olurdu. Meydanlarda Ömer’i temsil eden kuklalar yakılırdı.
Halihazırdaki Nevrûz Sofrası’nda yeralan Heft-S’li nimet ve nesneler de şunlardır:
1. Sir / Sarımsak.
2. Sencet / İğde.
3. Sumak.
4. Sib / Elma.
5. Semenu (Un, pekmez vb. şeylerin karışımından yapılan bir yiyecek).
6. Sirke.
7. Sebzi (Buğday, mercimek vb. tahılların çimlendirilmiş olanı).
Sümbül, nergis, gül, lale gibi çiçekler ile akvaryumda canlı balık (mai), narenciye türleri (narınc), madeni para (sikke), bademli şeker (nokh), boyanmış yumurta, su, şamdan, ayna, ekmek de Nevrûz Sofrası’na konulur.
Görüldüğü gibi, şarap ve onun baş harfi ile başlayan diğer nesneler, İslamiyet’le birlikte değiştikleri halde, Nevrûz bir gelenek olarak varlığını, İran halklarının yaşamındaki yerini ve anlamını az bir değişiklikle yine sürdürebilmiştir. Bunun gibi, tarih boyunca bazı şeyler bırakıp, her defasında yeni bir takım şeyler alarak, belirli bir değişim geçirmekle birlikte, ama niteliğinden bir şey kaybetmeden günümüze kadar gelen geleneklerin, önemli tarihi günlerin sayısı az değildir. Bununla birlikte, şarabı Nevrûz Sofrası’ndan kaldırmış, ama onu günlük sofrasında korumuş, şiirinde, sanatında işlemeye devam etmiştir. Bâtiniliğin yetiştirdiği ünlü şair Ömer Hayyam, şiirlerinde sözü şaraptan sektirmemiş; bir elinde şarap testisi ve diğer elinde maşraba ile şarap ikram eden, şuh kadın minyatürleri İran sanatında hiç eksik olmamıştır. Özcesi şarap, bazen aşk ve sevginin yerine geçerek, bazen de iyiye, doğruya, güzele giden yolu açan dolu ve bâde olarak var ola gelmiştir. Ne var ki, bahardaki „dirilişi ve yeniden doğuşu“ sembolize eden anlamı unutulmaya başlanmış, tarihin külleri altında kaybolmaya yüztutmuştur.
21 Mart’tan hemen öncesindeki Çarşamba günü, Çarşembe-i Sûri(Kızıl Çarşamba) olarak adlandırılır. Bu günün de özel bir önemi var ve Nevrûz öncesindeki kutlamalardan birini oluşturur
Çarşembe-i Sûri’de, gece ateş yakmak için, komşular birlikte çalı-çırpı toplamaya çıkarlar. „Kötüyü, sarıyı sen al; iyiyi, kırmızıyı bana ver!“ deyip yakılan ateşin üzerinden atlarlar. Bu fasıl bittikten sonra, akşam sofrasına oturmak üzere evlere dönülür. Yemekler yenir, sofraya çerez konulur, içilip eğlenilir. Bu arada evin hanımı veya ev halkından birisi bir çift kaşık eline alıp, kapının arkasına gizlenerek „kulak hırsızlığı“ yapmayı da ihmal etmez. Duyduklarını ise kaşıklarını birbirine çarparak oradakilere anlatır.