Alevi inanç ve kültürü dikkatle incelendiğinde, onun, sosyal, siyasal, kültürel her türlü gelişmeye açık bir seyir izlediği görülür. Söz konusu özelliğin oluşmasında çeşitli etkenlerin rol oynadığı muhakkak. Bununla birlikte, en küçüğünden en yücesine kadar tüm değerler sisteminin, insan’a endekslemiş olması, başlıca etken olarak görülmelidir. Bu olgu, Alevi inanç ve kültürünü, İslamiyet’in ortaya çıkışı ile sınırlamak yerine, insanoğlunun yarattığı, yaratmakta olduğu ve yaratacağı düşünülen en iyi ve en özgün değerlere açık bir yolda ilerlemeye götürdü. Batılılarca Ortodoks İslam diye adlandırılan Sünnilik ile Alevilik arasındaki anlaşmazlığın, siyasal nedenleri olmakla birlikte, evrene, topluma, insana vb. sorunlara yaklaşımlarındaki derin farklılıklar yüzünden de karşı karşiya geldiklerini belirtmeden geçilmemeli, diye düşünmekteyiz. Ehl-i Sünnet, insanı acz içinde ve zavallı bir kul olarak nitelerken, Alevilik baştan beri, insana varlık alemindeki en yüce yeri vermektedir. Bakın Aleviliğin öncüsü Hz. Ali ne söylüyor:
Derman sende, ama senin haberin yok, derdin senden ama sen görmüyorsun.
Kendini küçücük bir beden sanıyorsun; oysa koskoca bir evren dürülmüş içinde senin.
Öylesine ap-açık, ap-aydın bir kitapsın ki, gizli şeyler onun harfleriyle meydana çıkmada.
Dışarıya, kimseye bir gereksinimin yok senin; gönlünde yazılmış yazılar her şeyden haber verir sana.
Burada Ali hattının mı yoksa ona karşı olanların sahip oldukları anlayışın mı Muhammed’in dinini, yani İslam’ı temsil ettiği sorusu akla gelebilir. Görüşler farklı olmakla birlikte, Ali tarafının işin özüne daha yakın olduğunu söylemenin pek yanlış olmayacaği kanısındayız. Muhammed, kızı Fatma, damadı Ali ve bu ikisinden doğan torunları Hasan ile Hüseyin’den oluşan beş kişlik aile, bizzat Muhammed tarafından Ehl-i Beyt (Ev Halkı) diye adlandırıldı. Doğal olarak bu soydan gelen kişilere de, o tarihten beri Ehl-i Beyt denile geldi. Fatma oldukça akıllı, çevresinde saygınlık uyandıran olgunlukta, bilge ve mutasavvıf bir kadındı. Ali ise İslam’a derinden inanmış, adil, çok güçlü ve bilge bir zattı. Oğulları Hasan ve Hüseyin de, Peygamber dedelerinin sıcak ilgisi, anne ve babalarının mürebbiliği altında yetişmiş kimselerdi. Doğaldır ki bunlar, dedelerinin dinini yakından tanıma fırsatını bulmuş ve o doğrultuda eğitilmişlerdi. Hal böyleyken, Emeviler’ce şekillendirilip güçlendirilen anlayışın, İslam’ın gerçek çizgisini temsil ettiği anlayışı, pek inandırıcı gözukmüyor.