• Alevi Sorunu Ve Demokratik Çözümü

    Alevi sorununun çözümüne ilişkin farklı görüş ve önerilerin bulunduğu herkesçe biliniyor. Bunlardan hangisinin toplumumuzun tarihsel, inançsal, kültürel çeşitli boyutlarını gözeterek düşünüldüğü konusunda kafaların yeterince net olduğunu söylemek güç.

    Kimileri, Türkiye’nin gerçek anlamda laik, demokratik bir hukuk devletinin yapılandırılması yolunda aldığı mesafeyi, şu anda bulunduğu noktayı ve demokratikleşme sürecine uygun düşecek tutumu dikkate almadan; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın halihazırdaki anti-demokratik, hakça olmayan konumunu güçlendirici bir tutum sergilemekte. ״Devlet Diyanet’ten elini çekmek istemiyor״ bahanesinin arkasına sığınmayı adet haline getirenlerin, haklı görülebilecek hiçbir gerekçelerinin olmadığı da ortada. Ayrıca bu tutum; Alevilerin yıllardan beri savuna geldikleri demokratik istemlerine, ülkenin demokratikleşmesi yönünde çaba gösteren kişi, kurum ve toplum kesimlerinin gütmekte oldukları amaç ve hedeflere de uygun düşmüyor.

    Kimileri de, bilerek ya da bilmeyerek, deyim yerindeyse, çözümsüzlüğü bir çözüm gibi sunmaya çalışmakta. Laik, demokratik bir hukuk devletinde, yurttaşların inanç özgürlüğünün güvence altına alınmış olmasına bağlı olarak, kendi inanç ve ibadet kurumlarını oluşturmak gibi bir hak ve ihtiyaçları yokmuşçasına hareket etmekte, dernekleri, inanç kurumları yerine koyma gafletini yaşamaya devam etmek istemektedirler.

    Tam da bu koşullarda, bir ihtisas organı olarak Alevi Akademisi de, birkaç yıldan beri ve çeşitli vesilelerle suna geldiği görüş ve önerilerini, bir kez daha kamuoyuna açıklamayı başlıca görev saymaktadır.

    Son yıllarda gözlemlenen olumlu bazı gelişmelere rağmen Alevilik, Türkiye’nin hala çözüm bekleyen başlıca sorunlarından biri olmaya devam ediyor. Dahası Cumhuriyet’imizi koruyup güçlendirmek, gerçekten demokratik ve gerçekten laik bir toplumsal yapılanmayı sağlamak; insan hakları ve hukuk devleti kavramlarını yerli yerine oturtmak amaç ve çabası içinde olan tüm kişi, kurum ve yurttaşlarımızın ortak sorunudur bu.

    Gerçek böyleyken bunun, Türkiye Cumhuriyeti’nin 80’inci yılını doldurmak üzere olduğu bu günlerde, gündemdeki yerini ve önemini hala koruyor olması, neresinden bakılırsa bakılsın üzücü olduğu kadar düşündürücüdür de. Çağdaş değerlere, ileri ve daha gelişkin yaşam anlayışına, hukuk devletine, demokratik ve laik Cumhuriyet’e bu denli içten bağlı 25 milyon Alevi’nin inanç ve ibadetinin gereklerini serbestçe yerine getirmekten mahrum bırakılmaya devam edilmesi kabul edilir bir durum değildir. Bunun bir an önce çözüme kavuşturulması her bakımdan artık kaçınılmaz bir hal almıştır.

    Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının üçte-birini oluşturan Alevi toplumunun ve de çağdaş değerlerin savunucusu kişi ve kesimlerin, Sünni Diyanet’e tanınmaya devam edilen maddi ve manevi imtiyazı, resmi konum ve işlevleri -hangi siyasal hesap ve gerekçeler öne sürülürse sürülsün -görmezlikten gelmeleri, bu haksızlığı sineye çekmeleri artık beklenmemelidir. Bu durum sadece biz Aleviler bakımından değil, çağa ayak uydurma, AB’ye girme çabaları tüm Türkiye için de önemli bir sorun oluşturmaktadır.

    Türkiye Cumhuriyeti Devleti; inancı ne olursa olsun ayırımsız tüm yurttaşlarının inanç ve ibadet özgürlüklerini Anayasal ve yasal güvence altına almalı, dini inançlar karşısında eşit mesafede durmayı, tarafsız davranmayı mutlaka başarmalıdır. Bu bağlamda Sünni Diyanet’le olan her türlü maddi ve manevi koruyuculuktan elini ve desteğini çekmelidir. Devletçe Diyanet’e sağlanmış olan mal ve akarı kamulaştırmalı, başta Aleviler olmak üzere isteyen her kesin kendi merkezi inanç kurumunu serbestçe oluşturmasına yasal ve yönetsel olanak sağlanmalı, çağdaş, laik ve demokratik bir yeniden yapılanmaya gitmelidir.
    Bu; dinsel kurum ve kuruluşların mali, hukuksal ve yönetsel denetimini Devlet’in kendi inisiyatifinde tutmasına asla engel değildir. Diyanet İşleri Teşkilatı’nı idari bünye kapsamında tutmakta ısrar edenlerin makul ve geçerli herhangi bir nedenleri artık kalmamıştır. Bunun gerçekten çağdaş, gerçekten laik ve demokratik bir hukuk devleti olmanın ön koşulu haline geldiği artık görülmeli, gerekli yasal önlemler bir an önce alınmalıdır.

    Bir demokratik ve laik hukuk devleti olmanın gerektirdiği tutum böyle olmakla birlikte; Diyanet İşleri Teşkilatı’nın daha bir süre devamında hala ısrar ediliyorsa, o zaman Aleviler’in kuracakları merkezi dini inisiyatife de Devlet Bütçesi’nden hakkaniyet ölçüleri içinde gerekli pay ayrılmalıdır. Bunun; gerçekten demokratik ve laik Cumhuriyet özlemiyle bağdaşmadığı inancını taşımakla birlikte, halihazırdaki resmi tutum ve politikaları gözeterek böyle bir öneride bulunmayı da, güncel ve gerçekçi bir tavır olarak değerlendirmekteyiz.

    Bir kez daha vurgulamak gerekirse, söz konusu dini kurum ve kuruluşların adı, niteliği ve konumu ne olursa olsun; mali, idari ve hukuksal tasarrufları, mutlaka Devlet’in denetimine tabi olmalı; Devlet, yurttaşlarının, inanç ve ibadet özgürlüğünü yasal güvence altına almakla yetinmelidir.

    Hak-Muhammed-Ali Yolu

    Alevilik; tarih boyunca Hak-Muhammed-Ali Yolu olarak bilinen, Ehl-i Beyt, Oniki İmam, Seyyid-i Saadet Ocakları ve Bektaşi Babaları öncülüğünde yoluna devam eden bir inancın adıdır. Bu temel üzerinde kurulup gelişen oldukça zengin bir edebiyatın, derin ve köklü bir tasavvuf ve felsefenin, insan merkezli bir yol ve erkânın, toleransı, gönüllü katılımı ve sevgiyi önde tutan,  bir yaşam anlayışının sahibi ve savunucusudur.

    İnsan’ı Hakk’ın tecelligâhı kabul etmiş, ancak kendini bilmekle Hakk’ın bilinebileceğini savunarak Dört Kapı-Kırk Makam dizgesini izlemiş; tüm varlığı Hakk’ın tezahürü olarak görmüş; İslam’ı Tanrı mesajlarının son halkası ve Peygamber’ini de son Peygamber olarak algılayıp velâyet kavramını benimseyerek hakikatın sürekliliğini sağlamıştır. Bunun doğal sonucu olarak insanlar arasında din, dil, ırk ve cinsiyet farkı gözetmeksizin, ilahi hakikatin ezel ve ebed arasındaki bitmez tükenmez ışığının yolcusu olmuştur. Bu anlayış onun, donup kalan değil, özünü koruyarak zamana ve çağa göre kendisini yenileyip zenginleştiren esas ve temel dinamiğin kaynağı olmaya devam etmektedir.

    Alevilik; tarihi boyunca kendisini İslam’ın Özü olarak görmüş ve savunmuştur. Bunun aksini söylemiş tek bir Dede’yi, bir Bektaşi Baba’yı, bir şair ve mutasavvıfımızı kimse gösteremez. Ancak inanç ve düşünce önderlerimiz, Sünni İslam’ı onaylamamış, onu ölçü alarak Aleviliği tanımlamamış, tüm baskı ve zorlamalara karşın inanç ve yaklaşımlarını ısrarla sürdürmeyi yeğlemişlerdir. Bu yüzdendir ki Aleviliği kendi indi ve keyfi niyetlerine, siyasal ve ideolojik tercihlerine göre yorumlamaya, Hak-Muhammed-Ali Yolu’ndan uzaklaştırmaya çabalayanları hoş karşılamamakta, herkesi sağduyulu davranmaya davet etmekte yarar görmekteyiz. 

    Tarih boyunca Alevilik; hiçbir zaman kendisini Sünni İslam’dan saymamış, onun perspektifini benimsemediği gibi daima farklı ve ayrı yönde hareket etmiştir. Ne inançta, ne ibadette, ne kültürel alanda, ne de yaşam anlayışı ve felsefesinde, onunla aynı çığırda  yürümüş değildir. Bazı ad ve kavramların müşterek kullanıldığı doğrudur; ancak bunlara verilen anlam ve içerik bakımından Sünnilik’le temelden farklı ve ayrı durduğumuz da bir gerçektir. Ne Hak anlayışında, ne din, Kitap ve Peygamber yorumunda, ne de ibadet ve erkân kurallarında bir ve aynıyız. Tüm bu ve benzeri nedenler yüzünden, Sünni kesimi, özellikle de uleması ve yönetimleri Aleviliği, kendi tekellerinde gördükleri İslam’dan saymamış ve düşmanca bir tutum izleye gelmiştir. Yüzyıllardan beri, tüm baskı ve zorlamalara rağmen yollarımız ayrı, ibadet yerleri ve ibadet şekillerimiz ayrı olmak üzere, aynı coğrafyada yaşaya gelmişiz. Kendi inanç ve düşüncemize özgü bir yaşam tarzı, kültür, sanat ve edebiyat geliştirmişiz ve bundan en içtenlikle ve büyük bir kıvançla söz etmekteyiz.

    İster içerde ister dışarıda olsun, kimi kişi ve çevrelerin, Sünniliği İslam’la özdeşleştirerek, Aleviliği de buna göre tanımlayıp konumlandırma gayretleri boşunadır ve bu tutum sorunun çözümüne katkı yerine zarar vermektedir.
    Bu nedenle Devlet ve Diyanet yöneticilerinin, kimi kişi ve çevrelerin, Alevileri; Sünniler’le aynı zeminde buluşturma, görme ve gösterme politikalarının boşuna ve anlamsız olduğu artık anlaşılmış olmalıdır. Aleviliği nasılsa öyle görmeye başlamaları, gerçeği çarpıtıcı hile ve oyunlara artık bir son vermeleri, samimi istek ve beklentimizdir.

    Evet, yollarımız ayrı ve hepten ters yönlere uzanmaktadır. Hiç kimse Alevileri, Diyanet’in çatısı altına girmeye zorlamasın! Orası bize, biz oraya uygun değiliz! Meselenin hal çaresi Demokratik ve laik hukuk devletinde aranmalıdır ve çağdaş yaklaşım da bunu gerektirmektedir.

    Gerçekçi ve kalıcı çözüm; Devlet’in din, mezhep ve inançlara eşit mesafede durarak bu mali, idari ve hukuksal denetimle yetinmesi; kim kime nasıl ve hangi perspektiften bakıyorsa baksın, isteyen herkesin inanç ve ibadetini serbestçe yapmasını güvence altına alarak, gerçekten laik ve gerçekten demokratik bir yapılanmanın gerçekleştirilmesinde aranmalıdır.

    Hakça Çözüm Nedir?

    Aleviler kendi merkezi ve bağımsız inanç kurumunu serbestçe, kendi güçleriyle ve bizzat oluşturmalıdır.

    Yakın zamanda kurulmuş bulunan Alevi Dernek, Vakıf, Bilim ve Eğitim kuruluşları ile üst kurumlarının, her bakımdan önemli ve taktire değer hizmetlerde bulundukları bir gerçektir. Bununla birlikte, sorunun çözüm adresinin dernek ve benzeri kuruluşlar olmadığı, olamayacağı da diğer bir gerçektir. Toplumun dini hizmetleri, ancak inanç kurumları ve inanç önderleri aracılığıyla yerine getirilir.

    Merkezi ve bağımsız inanç kurumunun kurulmasında, tüm bu  kurum ve kuruluşlarımızın yapıcı ve aktif bir rol üstlenerek, ciddi katkı sağlamaları, istenen ve beklenen bir tutum olacaktır. Gerek oluşum aşamasında gerekse ondan sonra, uygun yapı, konum ve koşullara sahip olanlarının, kendilerini yeniden yapılandırarak merkezi ve bağımsız inanç kurumu bünyesinde yer almaları elbette olanaksız değildir.

    Alevi toplumunun oyalanmaya, yanlış ve nafile yollara sürüklenmeye, çağdaşlık ve ilericilik kamuflajı altında, kendi inanç kurumlarını oluşturmaktan vazgeçirmeye hiç kimsenin hakkı olmasa gerekir.

    Merkezi ve bağımsız inanç kurumumuzun bir inisiyatif olarak oluşturulmasında, başta bir inanç sistemi olarak Aleviliğin tarih boyunca yapısı ve işleyişi, sahip olduğu temel değer ve ögeler, halihazırda yaşanmakta olan gereksinim ve koşullar, toplumumuzun geleceğine ilişkin amaç ve beklentileri esas alınmalıdır.

    Bu görüş ve düşüncelerden hareketle şöyle bir yolun izlenmesinde yarar görmekteyiz:

    1. Alevilik’te; soyları itibariyle Ehl-i Beyt ve Oniki İmamlar’a dayandığı kabul edilen, El ele-el Hakk’a ikrar bağına uygun olarak talip sahibi olan, Hak-Muhammed-Ali Yolu’nun zorunlu kıldığı özelliklere sahip olup Dedelik yapmakta olan belirli sayıda Ocak temsilcileri ile Bektaşi Babalar, Nusayri din önderleri ve uygun görülen diğer Alevi kollarının seçimle gelmiş temsilcileri;

    2. Halihazırdaki Alevi kurum ve kuruluşlarının Başkan düzeyindeki temsilcileri;
    3. Bilimsel alanda yaptıkları çalışmalarla Aleviliğe katkıda bulunmuş bilim adamı, yazar, araştırmacı, saygın kişiler;

    Gerekli ön çalışmalar yapıldıktan sonra, bir defaya mahsus olarak toplanacak bir Kurultay’da bir araya gelmeli ve aşağıdaki şu işleri başarılmalıdır:

    a. Uygun görülecek bir ad altında ve uygun sayıda inanç temsilcisinden oluşan bir Meclis seçilmeli ve bu Meclis kendi içinden bir Yürütme organı saptamalıdır.

    b. Cemevi, Dergâh vb. Alevi inanç yerleri bu kuruma bağlanmalı ve bundan böyle din hizmetlerinin buradan yönetim ve yürütümü sağlanmalıdır.

    c. Bu anlam ve kapsamda, merkezi inanç kurumunun yapısını, işleyiş ve görevlerini düzenleyen bir statü ya da tüzük hazırlamalıdır.

    d. Bu kurumun yasal meşruiyetinin sağlanması amacıyla kararlı bir mücadele başlatılmalıdır.

    Sonuç Olarak

    Besbelli ki böyle bir çözüm, ülkeyi ve tüm yurttaşları rahatlatacak, laik ve demokratik hukuk devleti çabalarını güçlendirecektir.

    Diyanet İşleri Teşkilatı’nın, demokratik ve laik Cumhuriyet’in sırtında artık taşınması güç, ağır bir kambur oluşturduğu geniş toplum kesimlerince anlaşılmaya başlanmıştır. Sünni ya da Alevi, dindar ya da dinsiz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı tüm herkesin vergi birikimlerinden oluşan Devlet Bütçesi’nden hakkı olmayan payı alıp götürmeye devam etmektedir. Bu kendisine kanunla da verilmiş olsa, bir hukuk devletinde buna daha fazla seyirci kalmaya kimsenin hakkı olmasa gerekir.
    Esasen iç ve dış koşullar da laik ya da seküler bir yapılanmanın sağlanması bakımından yeterince olgunlaşmış bulunuyor.

    Aleviliğin tarihsel, inançsal ve kültürel gelişimini; onu zamana ve çağa uyarlayıcı temel ilke ve dinamikleri; insanın serbestçe düşünmesi ve sonsuz yaratıcılığı, bilime ve çağdaşlaşmaya açık yapı ve yönelimlerini asla unutmadan faaliyette bulunacak bir merkezi inanç kurumunun, ülkeye ve insanlarımıza sağlayacağı yararlar hiç kuşkusuz büyük olacaktır.

    Bu sayede Aleviler, yüzyıllara dayalı bir haksızlıktan kurtulacak, kültürümüz ciddi bir atılım gerçekleştirecek, ülkemiz görkemli bir vizyona kavuşacak, en önemlisi de her türlü siyasal istismarın önü kapanmış olacaktır.

    ALEVİ AKADEMİSİ YÖNETİM KURULU